42. Ölüm Yıldönümünde Pablo Neruda ve 5 Muhteşem Şiiri

Şöyle diyor: 'Adımı 14 yaşımdayken, daha Santiago'ya gitmeden değiştirdim. Babam yüzünden. Mükemmel bir insandı, gelgelelim, genellikle şairlere, özellikle bana karşı idi. Hatta işi kitaplarımı ve not defterlerimi yakmaya kadar götürdü. Onun görüşüne göre, mühendis, doktor, mimar olmalıydım, çünkü diyordu, insanların bu gibi kimselere ihtiyacı var. Oğullarının toplum içinde sivrilmesini görmek isteyen, orta sınıfın köylülükten gelme bütün insanları gibiydi. Yine babamın görüşüne göre, toplumda yükselmeyi başarmanın tek yolu üniversiteydi, serbest mesleklerdi.

Vaktiyle, aynı zamanda bir gazete yazarı olan büyük bir çek şairi vardı: Erwin kisch. Bu zat, bu soruyu sorarak yıllarca iflahımı kesti. Madrid'de, Mexico'da, Prag'da hep karşıma çıktı. ve Prag'ta bana şöyle dedi: 'Bana şu hikayenin sonunu söyle. Bak şimdi artık ihtiyarladım. Nice zamandır seni pek sıktım.' Gerçek şu ki, bu hikayede gerçek diye bir şey yok. Babamın gerçeği fark etmesinden en çok korktuğum günlerde -çünkü böyle bir şey felaket olurdu- bir dergiyi karıştırdım ve orada Jan Neruda imzalı bir hikaye gördüm. Tam o sıralarda bir şiirimle bir yarışmaya katılmak durumundaydım. o zaman Neruda soyadını seçtim ve ad olarak da Pablo adını aldım. Bu adın bir kaç ay sonra geçip gideceğini sanıyordum...'

Bilmek acı çekmektir. Ve bildik;

Karanlıktan çıkıp gelen her haber

Gereken acıyı verdi bize:

Gerçeklere dönüştü bu dedikodu,

Karanlık kapıyı tuttu aydınlık,

Değişime uğradı acılar.

Gerçek bu ölümde yaşam oldu.

Ağırdı sessizliğin çuvalı.

Bunca zamandır nerede olduğumu soracak olursan

'Oldu bir şeyler' demeliyim

oturmalıyım bir taşa

kararan dünyada,

kendini yemiş bitirmiş bir nehirde.

Korumasını bilmiyorum yitirdiklerini kuşların

Geride bıraktığım denizi

ya da çığlığını kızkardeşimin.

Nedir bu toprağın zenginliği?

Gün neden günle kapanıyor?

Neden karanlık gece çalkalanıyor ağzımda?

Ve ölüm neden?

Nereden geldiğimi sormayacak mısın?

Anlatayım sana;

Kırık şeyleri

Acılı kapları

Sık sık tozlanan koca sığırları

ve tutulu kalbimi.

Bunlar ne belleğimizde uyanan sarı güvercinler,

ne de anılardır kuşaktan kuşağa akan.

Ağlayan yüzlerdir bunlar,

Parmaklardır gırtlağımızdaki,

ve toprağa düşen yapraklardır.

Yiten günün karanlığıdır.

Yeşertir kaleleri hüzünlü kanımızdaki.

İşte menekşeler ve işte kırlangıçlar,

Sevdiğim her şey

Tatlı mesajlar veren günbegün

açıkta zaman

tatlılığı artan.

Kaçamayız biz; Dişlerimizin arasından:

Neden kemiriyor boşa giden zaman

sessizlik kabuğunu?

Ne yanıt vereceğimi bilmiyorum.

O kadar çok ki ölümüz

Ve o kadar çok ki kızıl güneş önünde setler

Ve o kadar çok ki çarpık kabuklu başlar

Ve o kadar çok ki öpücüklerimizi engelleyenler

Ve o kadar çok ki unutmak istediklerim.

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim

Şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu

Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta

Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı.

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim

Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara.

Kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece

Kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında

Sevdi beni o ben de bir ara onu sevdim

O durgun, iri gözler sevilmez miydi ama

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim.

Yokluğunu düşünüp, yitmesine yanmakla

Duyup geceyi, onsuz daha engin geceyi.

Ota düşen çiy gibi, düşmekle şiir cana

Ne gelir elden, sevgim onu tutamadıysa.

Gece yıldız içinde, o yoldaş değil bana

Hepsi bu. uzaklarda şarkı söylüyor biri.

Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca

Gözlerim arar onu, yaklaştırmak ister gibi

Yüreğim arar onu, o yoldaş değil bana

Artık sevmiyorum ya nasıl, nasıl sevmiştim

Sesim arar rüzgarı ulaşmak için ona

Ellere yar olur. öpmemden önceki gibi.

O ses, ışıl ışıl ten ve sonsuz bakışlarla

Artık sevmiyorum ya severim belki yine

Ne uzundur unutuş ah ne kısadır sevda

Böyle gecelerde kollarıma aldım çünkü

Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca

Belki bana verdiği son acıdır bu acı

Belki son şiirdir bu yazdığım şiir ona

Niçin öldün Nazım?

ne yaparız şimdi biz

şarkılarından yoksun?

Nerde buluruz başka bir pınar ki

orda bizi karşıladığın gülümseme olsun?

Seninki gibi ateşle su karışık

acıyla sevinç dolu

gerçeğe çağıran bakışı nerde

bulalım?

Kardeşim,

öyle yeni duygular, düşünceler yarattın ki

bende,

denizden esen acı rüzgâr

kapacak olsa bunları

bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir

yaşarken seçtiğin

ve ölümünden sonra sana barınak olan

oraya, uzak toprağa düşerler.

Al sana bir demet Şili kasımpatıları

al güney denizleri üstündeki ayın soğuk parlaklığını,

halkların savaşını, kendi dövüşümü

ve yurdumun kederli davullarının boğuk

gürültüsünü

kardeşim benim, dünyada nasıl yalnızım sensiz,

çiçek açmış kiraz ağacının altınına benzeyen

yüzüne hasret,

benim için ekmek olan, susuzluğumu gideren, kanıma

güç veren

dostluğundan yoksun.

Hapisten çıktığında karşılaşmıştık seninle,

zorbalık ve acı kuyusu gibi loş hapisten,

zulmün izlerini görmüştüm ellerinde,

kinin oklarını aramıştım gözlerinde,

ama parlak bir yüreğin vardı,

yara ve ışık dolu bir yürek.

Ne yapayım ben şimdi?

Tasarlanabilir mi dünya

her yanına ektiğin çiçekler olmadan

Nasıl yaşamalı seni örnek almadan,

senin halk zekanı, ozanlık gücünü duymadan?

Böyle olduğun için teşekkürler,

teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.

Bu sözcükleri kanımla yarattım,

evet, acılarımla yarattım bu sözcükleri!

Anlıyorum sizi dostlar, her şeyi anlıyorum.

Benim olmayan sözcükler girdi araya,

anlıyorum sizi dostlar!

Havalanmak istiyormuşum gibi

kuşların kanatları, bütün kanatlar

imdadıma yetişti,

işte benim olmayan bu sözcükler

ruhumun bu karanlık esrikliğini kurtarmaya geldi.

Şafak,

sıkıntı düğümlerini boğazımda hiç

bu kadar sıkmadı sanki.

Yine de

kanımla yarattım, evet, acılarımla

bu sözcükleri. Yarattım onları!

Neşe için sözcükler yarattım

alev alev bir taçken yüreğim;

çivileyen acının sözcüklerini,

sizi kemiren içgüdüleri,

tehdit eden atılımları,

sonsuz istekleri,

açı kaygıları,

ak şemsiye çiçekleriyle dolu kırmızı bir toprak gibi

çiçeklenen ömrümü örten aşk sözcüklerini.

İçimden taşıyorlardı. Hep taşmışlardır.

Çocuk, acım çığlıktır

ve sevincimdir sessizliğim.

Daha sonra unuttular gözler

herkesin yüreğinin rüzgarıyla

süpürülen gözyaşlarını.

Şimdi söyleyin bana dostlar

nereye saklandığını

hıçkırıkların bu buruk öfkesinin.

Dostlar, nereye saklandığını sessizliğin,

hiçbir kulak, hiçbir bakış

kendisini suçüstü yakalamasın diye.

Sözcükler geldi ve bir şafak gibi

bastırılamaz yüreğim parçalandı onlar arasında,

asılarak uçuşlarına,

sürüklenip, çekilip kahramanca kaçışlarında,

terkedilmiş ve çılgın ve onlar altında unutulmuş yüreğim

ölü bir kuş gibi, kanatlarının gölgesinde.

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı