Bu fotoğraf geçen günlerde New York Times gazetesinde yayınlandı. Fotoğrafın çekildiği yıl 1990. Bir tenis kortu. Normal bir tenis kortu değil elbette. Fark etmişsinizdir duvardaki mermi izlerini.
Savaşın yaşandığı yer, dönemin adıyla, Yugoslavya. Müslümanlar ile Hristiyanlar birbirlerine girmiş. Her yerde savaş, her yerde ölüm, her yerde katliam.. Gece gündüz bombardıman, gece gündüz kan..
O da ne? Tüm bu hengamenin içinde ufak bir çocuk. Tenis kortunda. Sanki savaş onun için yok. Almamış dünyasına bu kötülüğü. Kendi işine bakıyor, bırakmıyor sevdiği şeyi. Yalnız değil elbette. Ailesi de yanında, hocaları da.
Tenis kortuna geceleri bomba, mermi yağıyor; sabahsa bu çocuk topları salıyor bu korta..
ya da ‘’Ne kadar vurdumduymaz insanlarsınız siz be. Ülke savaşta, sizin derdiniz tenis olmuş..’’
Tanıdık geldi mi bunlar? Geldi, geldi. Kabul edin. Son dönemlerin favori cümlelerinden ülkemizde. Ve yine en kolaylarından, en basitlerinden. Çünkü vazgeçmek kolaydır, mücadele etmek ise zordur. Dik durabilmek, yılmamak, pes etmemek.
İşte o gün, o çocuk vazgeçmedi. Hocaları bırakıp, gitmedi. Direndi.
Çocuk ise her geceyi ailesiyle birlikte sığınaklarda geçiriyor, sabah olduğunda ise kafasını sığınaktan çıkarıp, tenis kortuna koşuyordu. Barut kokusuna aldanmıyor, ölümün kasvetinde yitip gitmiyordu.
Savaş yıllarında 6 yaşında olan bu çocuk, 8 sene sonra profesyonel tenise adım attı. Artık çektiği cefanın yerini yıllar boyu yaşayacağı başarılarla dolu yıllar alacaktı.
Bu çocuk, şu an dünyanın 1 numaralı tenisçisi. Novak Djokovic. Şu an 28 yaşında olmasına rağmen tam 52 kupanın sahibi.
En bilinen özelliği ise en stresli anlarda bile eğlenebilmesini bilmesi, gülmesi, her şeyi aşabileceğine en içten şekilde inanması. Ve elbette tüm rakiplerini dize getirebilmesi.
Tıpkı 6 yaşında bir çocuk gibi.
Tıpkı mermilere, bombalara aldırmadan sevdiği işi en zor şartlarda bile yapabilen bir çocuk gibi..
Peki, hayat devam etmezse; bizler, birbirimizi sevmeye devam etmezsek, her şeye rağmen dimdik ayakta kalmaya devam etmezsek, ne kalır geriye? Ülke mi, bizler mi, barış dolu günler mi?
Hatta şu ana kadar yapamadığımız kadar iyi yapalım! Daha önce birbirimize sarılmadığımız kadar sıkı sarılalım! Barış ve huzur dolu günlerimizi beraber inşa edelim, beraber çıkalım sevgi merdivenini. El ele.
Bilgiyle, eğitimle, sevgiyle..
6 yaşındaki bir çocuk gibi..
Tertemiz.
Aldırmadan.
Vazgeçmeden.
Not: Kesinlikle Bosna Savaşının taraflarına ya da haklılık paylarına girmiyorum. Bu çok ayrı bir başlığın konusudur.