21. Yüzyılda Yaşadığınıza Şükredeceğiniz Orta Çağ'daki Birbirinden Korkunç Gelenekler

Orta Çağ, çoğumuzun Karanlık dönem olarak da bildiği bir zaman dilimi. Bu dönem günümüzde bile birçok garip ve ilginç gelenekleriyle anılmaya devam ediyor. 5. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar süren Orta Çağ döneminde insanların kendine has ilginç alışkanlıkları vardı. 

İşte 21. yüzyılda yaşadığınıza şükredeceğiniz Orta Çağ gelenekleri 👇

Kaynak

Kaynak

Öncelikle güzellik anlayışlarına bir bakalım. Orta Çağ döneminde kadınlar, yuvarlak ve pürüzsüz yüzler için kaşlarını, kirpiklerini hatta saçlarını yoluyorlardı.

Bugünün güzellik trendleri karşısında oldukça vahşi görünüyor değil mi? Orta Çağ'da, alın ve yüz şekli ideal güzellik kriterleri olarak kabul ediliyordu.

O dönemde, alın yüzün merkez noktası olarak kabul edildiğinden kadınlar tarafından daha fazla vurgulanmaya çalışılıyordu.

Bu nedenle de acı da verse tüysüz olmak için çok çaba harcanıyordu.

Gelelim erkeklere... Orta Çağ’da erkek modası da en az kadın modası kadar dikkat çekiciydi.

Özellikle belirli sosyal sınıflardan erkekler, modayı yakından takip ederlerdi. Orta Çağ’da erkek ayakkabılarının uzunluğu, sahip oldukları sosyal statüyü açıkça yansıtıyordu.

Bu yüzden de bazı erkek ayakkabıları o kadar uzun hale gelmişti ki, balina kemiği gibi dayanıklı malzemelerle güçlendirilmek zorundaydı.

Uzun sivri uçlu ayakkabılar, bir kişinin zenginliğini ve sosyal konumunu göstermek için kullanılan en göz alıcı moda unsurlarından biriydi.

Sadece bu da değil. O dönemde erkekler kıyafetlerinde daha cesur ve açık bir yaklaşım benimseyerek kısa tuniklerin altına taytlar giyerlerdi ve vücut hatlarını daha belirgin hale getirirlerdi.

Bu tarzın sebebi ise erkeklerin erkekliklerini ve statülerini daha da belirginleştirmekti.

Orta Çağ'a Karanlık Çağ demelerinin en güçlü nedenlerinden biri de dönemin mahkemeleri. Bu mahkemelerde sadece insanlar değil, hayvanlar da yargılanıp cezalandırılabiliyordu. Eğer hayvanlar yasaları ihlal ettiyse onlar da mahkemeye çıkartılıyordu.

Domuzlar genellikle çocukları yemek veya vücut parçalarını çiğnemek gibi suçlarla yargılanarak idam ediliyordu. Bir horoz da yumurtlayarak doğaya aykırı bir davranışta bulunmaktan suçlu bulunmuştu.

Başka bir davada, sanık olarak bir dizi yunus yargılanmıştı. Fareler de yuva yaptıkları binalardan çıkmaları için uyarılmalarına rağmen çıkmıyorlarsa cezalandırılabiliyordu.

Peki ceza sistemleri nasıldı? Örneğin 1386’da bir domuz, mahkemede suçlu bulununca yelek ve eldiven giydirilip insan maskesi takılarak idam edilmiş.

Orta Çağ'da suçlu bulunan insanlara uygulanan cezalar da devasa filler aracılığı ile gerçekleştiriliyordu.

Suçlular filler tarafından ezilerek öldürülüyordu. Bazı suçlulara da fare işkencesi uygulanıyordu. Bu yöntemde, işkenceci kurbanın karnına yarı kafesli bir fare yerleştirir ve kafesi yukarıdan ısıtarak fareyi zor durumda bırakırdı. Sıcaktan kaçmaya çalışan fare, çaresiz bir şekilde kurbanın midesini pençeleriyle delerek geçmek zorunda kalırdı.

Bir de evlilik geleneklerine bakalım. Özellikle üst sınıf ailelerde, kadınların söz hakkı neredeyse sıfır olduğundan 12-13 yaşlarına geldiklerinde evlilik yaşına gelmiş sayılırlardı.

Evlenecekleri kişiyi seçmek ise tamamen erkeklerin ve ailelerinin kararıydı.  Evlilikler çoğunlukla politik ve sosyal nedenlerle yapılıyordu bu yüzden çiftlerin mahremiyetine pek önem verilmezdi.

İşte bu dönemin belki de en ilginç ve sıra dışı uygulamalarından biri yeni evlenen çiftlerin ilk geceki birleşmelerinin çiftin yakın çevresi tarafından izleniyor olması.

Evet, doğru duydunuz, bu özel anın başkaları tarafından gözlemlenmesi, evliliğin onaylanması için gerekli bir durumdu. Peki, bu uygulamanın nedeni neydi? O dönemin evlilik törenlerinin resmi bir çerçevede yapılmadığından, yani çiftlerin istedikleri zaman ve istedikleri yerde aniden evlenebildiklerinden evliliğin resmi olarak kabul edilmesi zorlaşıyordu. Bu nedenle de çiftlerin gerçekten evli olduklarını kanıtlamaları gerekiyordu. Bu nedenle de insan gözlemcilerinin onayının alınması gerekiyordu.

Orta Çağ’ın en ilginç ve bir o kadar da tuhaf uygulamalarından biri de evli çiftlerin mahkemesi. Bu dönemde anlaşmazlıkları çözmek için bazen şiddet yoluna başvuruluyordu.

Orta Çağ’da, çiftler arasında çıkan anlaşmazlıkları çözmek için yapılan bu mahkemede anlaşmazlıklar dövüşle çözülüyordu. Ama bu dövüşler öyle sıradan değildi, belli kuralları ve sınırlamaları vardı.

Örneğin, bir adam ve kadının dövüşmeye başladığında, erkeğin tek eli arkasında bağlı bir çukurun içine ayakta dururdu. Kadın ise, içi taş dolu bir torbayla erkeğin etrafında koşardı.

O dönemde anlaşmazlı olduğunda tatlı bir sohbet veya ara buluculuk yerine, fiziksel bir dövüşle çözme yolu tercih edilirdi.

Bu kez de Orta Çağ'ın futboluna bir bakalım. Bu dönemdeki futbol, sadece topla oynanan ve belli sayıdaki takımlardan oluşan bir futboldan değil. Orta Çağ'da kaotik ve şiddet dolu bir futbol vardı.

Bir kuralı yoktu ve genellikle köyler arasında oynanıyordu. Oynayanların sayısı sınırsızdı ve bu durum, oyunun kontrolsüz bir hale gelmesine neden oluyordu. Tekme atmak, yumruklaşmak ve hatta karşı takımın oyuncularına saldırmak normal görülüyordu. Kısaca maçtaki bir oyuncuya, adam öldürmek dışında her şey mubahtı. Bu vahşi futbolun getirdiği şiddet ve ölüm vakaları o kadar arttı ki, 1314 yılında Kral II. Edward, bu sporu yasaklamak zorunda kaldı.

Orta Çağ'ın en özgür insanları o dönemin soytarılarıydı. Soytarı olmak, sadece renkli ve garip şapkalardan ibaret değildi. Soytarıların bazı ilginç ayrıcalıkları ve önemli rolleri vardı.

Genellikle eşek kulaklarına benzer şekilde tasarlanmış şapkalar takarak dikkat çeken soytarıların ağzından çıkan her söz “şaka” olarak algılanırdı. Bu yüzden, lordlar ve leydiler karşısında diledikleri şekilde konuşabilir, hatta onları şaka yoluyla eleştirebilirlerdi. Soytarılara, diğer insanlar için kati suretle yasak olan şeyleri yapma özgürlüğü verilmişti. Siyasi görüşlerini dile getirebiliyorlardı.

Gelelim ölüm geleneklerine... Orta Çağ’ın karanlık dönemlerinde, veba gibi bulaşıcı hastalıklar yaygındı ve ölüm düşüncesi insanların sürekli aklındaydı.

Bu nedenle, ölümü güzel ve huzurlu bir şekilde karşılamak, dönemin insanları için önemliydi. Ölüm onlar için fiziksel bir son olmanın ötesinde, manevi bir geçiş olarak görülüyordu. Bu dönemde “aes moriendi” adı verilen bir akım ortaya çıktı. Bu “ölüm sanatı,” kişinin ölümü planlı ve huzurlu bir şekilde gerçekleştirmesini hedefliyordu. Ölümün bir sanat olarak kabul edildiği bu akımda, ölen kişiye din adamları tarafından güzel elbiseler giydirilir, uğurlama töreni aceleye getirilmeden, uzun ve huzurlu bir şekilde yapılırdı.

Aes moriendi’nin temelinde, bir Hristiyan gibi ölme fikri yatıyordu. Kişinin ölüm anında umutsuzluğa, inançsızlığa, sabırsızlığa, kibre veya para hırsına düşmeden, kaderine boyun eğmesi beklenirdi.

Ölümün sakin ve ağırbaşlı bir şekilde karşılanması yaygın bir tutumdu. Bu düşünce ve uygulama, ölümle yüzleşirken bir anlam ve huzur bulma arayışını yansıtıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

İlginizi Çekebilir

II. Katerina'nın Tarihe Damgasını Vuran Cinsel İçerikli Mobilya Koleksiyonu
Vahşi Doğa Belgesellerinde Kameramanlar Hayvanlara Nasıl Yem Olmadan Çekim Yapabiliyor?
Burcuna Göre Hangi Hastalığa Yatkınsın?

Popüler İçerikler

Pucca, Narin'in Babası Arif Güran'ın Halk TV Muhabiri Ferit Demir'e Tehditvari Konuşmasına Sert Çıktı!
Açılın Doktor Geliyor: Miss Turkey 2024 Güzeli İdil Bilgen'in Atandığı Şehir Belli Oldu!
Arabistanlı Lawrence Tarafından Pusuya Düşürülen ve 105 Yıldır Arap Çöllerinde Yatan Osmanlı Treninin Hikayesi
YORUMLAR
23.08.2024

Bi de şey var, 19.yy ortalarına kadar erkekler de kadınlar gibi saç uzatırmış, yine 19.yy'ın ortalarından sonra ortaya çıkan bit ve benzer bazı mikrop türü şeylerin aşırı derecede yayılması sonucu o bitlerden kurtulmak ve arınmak için büyük bi (erkek) kesim saçlarını dibine kadar kazıtmışlar, sonra da belli bi seviyeden sonra uzatmayarak bugünkü halini almış

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ