2020 Yılının En İyi Kitaplarından Sizin İçin Seçtiğimiz Muhakkak Okumanız Gereken 30 Kitap

Siz 2020 yılında en çok hangi kitabı beğendiniz?

Not: Kitap açıklamaları tanıtım bültenlerinden alınmıştır.

Kaynak: 1

1. Ben Kazanmadan Bitmez - Bircan Yıldırım

Hayır! Düzen bozulmadı, yeniden kuruldu... Yıkılan bir şey yok, değişen çok şey var sadece ve her değişim ürkütücü bir karmaşayla, çözümsüz gibi görünen sorunlarla ve sonsuz kaygılarla yağar insanın üzerine...

Yeni düzen bir tehdit değil, bir seçim...

Teknolojik gelişmeler insan sağlığını korumaya yetmiyormuş, bir kez daha yüzleştik bu hakikatle... İnsanın sağlığı yine doğanın kanunlarına bağlı...

Yeni dünya, bambaşka bir disiplin öğretiyor insanoğluna:

“Şikâyet etmemeyi, güvenmeyi ve olana teslimiyeti...”

Ne kadar şikâyete saparsan, o denli şükre davet edilirsin. Dengelenirsin.

Şimdiye kadar şikâyet ettiğin ne varsa, hepsine şükretmeyi öğretiyor yeni düzen sana.

Belki sarsarak, belki acıtarak, belki tokatlayarak... Belki sen anlayıncaya dek şiddetini artırarak...

Çünkü ilahi düzen, vazgeçmemiştir senden. Sadece fark etmeni ve hak etmeni bekliyordur hayatı...

Merak etme...

Sen kazanmadan bitmeyecek bu hikâye...

Çünkü kaybetmek için doğmadın. Bunun ne doğaya, ne evrene, ne de ilahi sisteme bir faydası var. Kazanmayı hak etmek üzere yaratıldın. Bu yüzden hep kazanmaya zorlamaya devam edecek seni sistem. İş ki, nasıl kazanmak gerektiğini bil. Hayat bir ödül değil, bir hak ediştir. Hayatı hak edenindir mutluluk ve düzen.

2. Madalyonun İçi - Gülseren Budayıcıoğlu

Psikiyatri, ilginç vakaları ve insanın özüne inen yaklaşımlarıyla toplumda en çok merak uyandıran alanların başında geliyor. Psikiyatrinin eğildiği ruhsal problemler, aynı zamanda kurgu dünyasının da en büyük ilham kaynakları arasında yer alıyor. Gerçek ile kurgunun birbirini beslemesinin yanı sıra psikiyatri alanında kaleme alınmış tüm incelemeler ve vaka hikayeleri de başlı başına sürükleyici metinler olarak dikkat çekiyor.

Dünyada psikiyatri ile edebiyatın iç içe geçtiği birçok örneğe rastlamak mümkün. Ancak nasıl ki her toplumun kendine ait normları varsa, psikiyatrik vakaların çeşitliliği ve çözümleri de ona göre şekilleniyor. Çünkü bireyin iç dünyasına yön veren de aslında sosyal çevresi, yani toplum oluyor. Gülseren Budayıcıoğlu’nun kaleme aldığı Madalyonun İçi, bu yönüyle Türkiye toplumunda yetişen çeşitli bireyleri ve onların iç dünyasını en çarpıcı şekilde ele alıyor. Bu kitap, sokakta yürürken yanından geçebileceğiniz sıradan insanın iç yüzüne ışık tutuyor. Öyleyse siz de Madalyonun İçi’nde kendinizi bulmaya hazır olun!

3. Pes Etme Mucizeler Yolda - Kinsun

Her şeyin bir zamanı var ve her şeyin bir nedeni...

Hayatı kabullen. Her şey olması gerektiği gibi, korkma.

Sen de tam olman gereken yerdesin. Kalpten istediğin şeye ulaşmak için, zihninden geçenleri değil, tam da ihtiyacın olan deneyimleri yaşayacaksın.

Sakin ol. Geç kalmadın. Erken de değil. Kaç yaşında olduğunun bir önemi yok... Kimlerden ileri ya da geri olduğunun da...

Kaç yaşında hissettiğinin, kendini nerede görmek istediğinin ve şu an nerede olduğunun farkında olman mühim...

Yaşaman gerekeni yaşıyorsun sadece. Ne bir eksik ne bir fazla... Bil ki kusursuz bir düzen var senden gayrı.

İlmi ve iradesi dışında yaprağın bile kıpırdamadığı bir yaratan var, hatırla.

Beklentilerinin farkında ol ve onları minnetle değiştirmeyi öğren. Kanaat etmeyi ve şükretmeyi unutma. O vakit göreceksin ki mucizenin kendisisin aslında.

Mucize sensin.

4. Ben Kirke - Madeline Miller

Ozanlar benden, –erkek– kahramanın karşısında diz çöküp merhamet dilenen bir kadın olarak bahsetti hep; ilaç katarmışım tatlı şaraplarına, büyüleyip domuza çevirirmişim hızlı giden gemilerin tayfasını, babaevini unutturur, sılaya kavuşmalarına müsaade etmezmişim. Ne demeli, kadınlara haddini bildirmek ozanların en sevdiği vakit geçirme biçimidir; yerlerde sürünüp ağlamazsak gerçek bir hikâye olmazmış gibi.

Ama yanılıyorlar, yanılıyorsunuz: Cadılık illa nefret, kıskançlık ya da başka türlü bir kötülükten doğmaz; ben ilk büyümü aşkımdan yapmıştım.

Ben, Helios’un kızı, Aiaie Cadısı Kirke. Hayatım boyunca trajedinin beni bulmasını bekledim. Bulacağından hiç kuşkum yoktu çünkü başkalarının hak ettiğimi düşündüğünden daha fazla arzum, isyanım ve gücüm vardı, yıldırımları üstüne çekecek şeylerdi bunlar. Ve bir gün, artık bu dünyaya dayanamayacağım, diye düşündüm.

Bunun üzerine denizin derinliklerindeki kadim bir tanrı seslendi: Öyleyse çocuğum, başka bir dünya yap.

Ben, Kirke’de Madeline Miller; Odysseus, İkaros, Minotauros, Prometheus ve Zeus gibi mitolojik karakterlerin binlerce yıldır anlatılagelen hikâyesini farklı bir bakış açısından sunmakla kalmayıp Olymposlu tanrıların dünyasını Homeros’un destansılığında aktarmayı başarıyor.

5. Bilinçaltının Gücü - Joseph Murphy

Zihniniz, anbean yaşadıklarınızı işleyip kendinizi gerçekleştirme yolculuğunuzda gideceğiniz yönü belirlemenizi sağlıyor. Hatırladığınız tüm anılar atacağınız adımlara yön verirken, hatırlayamadıklarınız veya unuttuklarınız da bu konuda göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir pay kapıyor. İşte bu nedenle kimi insanlar yaşam yolculuklarında başarılarına başarı eklerken, kimisi de tüm çabalarına rağmen hayatının her alanında tökezleyerek ilerliyor. Peki, bilinçaltının sadece rüyaları değil, tüm yaşamı etkilediğini siz daha önce düşünmüş müydünüz?

İrlanda doğumlu Amerikalı yazar Joseph Murphy, ilahi bilimler alanındaki engin birikimi ile okurlarını bilinçaltının gücünü keşfetmeye çağırıyor. Yazarın ilk olarak 1963 yılında yayımladığı Bilinçaltının Gücü kitabı, insan zihnine dair en çok merak edilen soruları yanıtlıyor. Oldukça akıcı bir dille yazılmış olan kitap, kişilerin bilinçaltını doğru şekilde kullanarak maddi ve manevi anlamda neler başarabileceğini şaşırtıcı örneklerle ortaya koyuyor. Bu eşsiz rehber, sunduğu müthiş bilgilerle sizin de hayatınıza yeni bir yön vermenizi ve hayallerini gerçekleştirmenizi kolaylaştıracak!

6. Körlük - Jose Saramago

Olaylar, isimsiz bir ülkenin isimsiz bir şehrinde geçer. Zira, kişilerin kim olduğu önemsizdir. Bir gün otomobili ile ışıklarda duran isimsiz bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken aniden körleşir. Ancak bu sıradan bir körlük değildir. Çünkü gözleri karanlığa değil, aydınlığa yani beyaza bürünür. Ne yapacağını şaşıran adam, doğruca hastaneye gider. Körlük maalesef bulaşıcıdır. Kendisini muayene eden doktor da bundan nasibini alır. Derken, bu hastalık tüm şehri etkisi altına almaya başlar. Hükümet ise körleşen halkı hapishaneden bozma bir yerde karantinaya alır.

İşler buradan sonra değişir. Çünkü hükümet, hastalığı kontrol altına alamamaktadır. Her geçen gün artan kör sayısı, karantinadaki nüfusu artırmaktadır. Bu ise güç dengelerinde değişime neden olacaktır. Karantina bölgesinde çeteler oluşmaya başlar. Herkesten haraç kesen bu çeteler, insanları öldürmekte ve onlara tecavüz etmektedirler. Tüm bunları yakından izleyen ise doktorun karısıdır. Körlük hastalığına yakalanmayan tek kişi bu kadındır. Kocasını yalnız bırakmamak için kör taklidi yaparak hapishaneye girmiştir ve buradaki tüm vahşete tanıklık etmektedir.

Bir gün, hapishanede çıkan yangın sonucu insanlar karantina bölgesinden kurtulmayı başarırlar. Artık ülkede kör olmayan kimse kalmamıştır. Yeni bir düzen yaratmalı ve bu düzene ayak uydurmayı başarmalıdırlar. Peki, ama nasıl?

7. Beyaz Zambaklar Ülkesinde - Grigory Petrov

Eski bir papaz, ayrıca yayıncı ve gazeteci olan Grigoriy Petrov, Finlandiya'ya ve Johan Wilhelm Snelman'a adadığı bu ölümsüz eserini, başka ülkelere ama özellikle Rusya'ya örnek teşkil etsin diye kaleme almıştır. Sonuçta yoksul, kurak ve az nüfuslu Finlandiya 'hayat yaratıcıları' olarak adlandırılan yurttaşlarının el ele vermesiyle adeta küllerinden doğmuş; din, dil, ırk, eğitim, aile hayatı ve yönetim gibi konularda son sürat gelişmiş ve bu sayede diğer bütün ülkeleri geride bırakmayı başarmıştır. 

Asıl Petrov'un ölümünden sonra yankı bulan Beyaz Zambaklar Ülkesinde, özellikle Bulgaristan'da ve Türkiye'de sayısız baskı yapmıştır, öyle ki okumaya başladığı andan itibaren kitaba hayran kalan Mustafa Kemal Atatürk bu ölümsüz eserin okulların müfredatına konmasını istemiştir.

İsveç'in hâkimiyetinden çıkarak görece daha ılıman Rus egemenliği altına giren Finlandiya halkının omuz omuza vererek kendi ulusal kimliklerini bulmaya çalışmalarına tanık olacak ve bu halkın, ülkesini daha ileriye taşıyacak nitelikte yeniliklere imza atan şahsiyetleriyle tanışacaksınız.

8. Camdaki Kız - Gülseren Budayıcıoğlu

Romanın ana kahramanı Nalan, çocukluğu ve genç kızlığında sefalet çekmeyen ve sonrasında da zengin bir aileye gelin olarak giden bir karakterdir. Ancak bunca bolluğun ve bereketin içerisinde yüzü hiçbir zaman gülmez. Çünkü ailesi tarafından sevgi görmemiştir. Kocası tarafından da aynı sevgisizliğe maruz kalır. Bunun üzerine çocuğunu da daha doğmadan kaybedince Nalan, iyice kendi içine kapanan ve her şeyden elini ayağını çeken bir karaktere dönüşür. Ta ki karşısına Hayri çıkana dek...

Nalan, hiç kimseden görmediği sevgi, ilgi ve alakayı Hayri’den görecektir. Bu esnada kocasından da boşanmıştır. Hayri ile yedi yıl boyunca süren bir ilişki yaşayacaktır. Ancak bahtsız kaderi Nalan’ın peşini burada da bırakmaz. Peki, Nalan mutlu olabilecek midir? Dahası, insanın kaderini değiştirmek elinde midir? İşte tüm bu soruların cevaplarını Nalan, yaşadığı bunalımlar nedeniyle gittiği klinikte, doktoru ile birlikte arayacak ve geçmişi ile ilgili bilinmeyen detayların da sırları böylece aralanacaktır.

9. 1984 - George Orwell

Büyük Birader olarak adlandırılan kişi ve onun denetimindeki partisi, Okyanusya yönetiminin başıdır. Okyanusya’da Büyük Birader’in otoritesiyle, toplumda hiyerarşik bir sınıflandırma bulunur. Topluma, tüm insani duygulardan arınmalarını emreden Büyük Birader; ülkede aşkı, erotizmi, bireysel evliliği ve günlük tutmak gibi insani eylemleri de yasaklamıştır. Evlilikler, tamamen devlet kontrolündedir ve amaç yalnızca devlete hizmet edecek çocuklar yetiştirmektir. Diğer yandan, ülkedeki tüm yazılı ve yazısız yayın organları, sadece devlete bağlıdır ve asla kendi düşüncelerinizi ifade etmenize izin verilmez. 

Çoğunluğun bu sisteme uyduğu ve itiraz etmeksizin Büyük Birader’e saygı gösterdiği Okyanusya’da, elbette ki sisteme karşı gelen kişiler olacaktır. Bunlardan biri de Doğruluk Bakanlığı’nda çalışan Winston’dır. İçerisinde bulunduğu sıkışmışlık hissi, onu her şeye karşı gelmeye itecektir. Hikayede burada başlar. Winston’ın başkaldırışı, Julia ile olan yakınlaşması ve eylemleri sonucu başına gelenleri George Orwell, büyük bir ustalıkla işlemiştir. Kitabın sonundaysa Winston’ın türlü işkenceler sonucu, devlete bağlı bir vatandaşa dönüştürüldüğüne tanık oluruz.

10. Kendini Ertelemekten Vazgeç - Bülent Gardiyanoğlu

Mutlu, sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir hayata ulaşmanın anahtarı, hayalleri ertelememektir...

İnsan hayatı, başlı başına bir mucize... “Ömür” denen kısıtlı zamanı hakkıyla değerlendirmekse insanın boynunun borcu...

Peki ama nasıl?

İnsanın zihinsel, bedensel ve ruhsal gelişiminin önüne engeller koyan korkular, kaygılar, güvensizlikler ve çekirdek inançların temeli çocukluk döneminde atılıyor ve ömür süresini olduğu gibi esareti altına almayı başarabiliyor. Ta ki kişi, gelişiminin önünde duran engellerin farkına varıp bunları aşmaya karar verinceye kadar.

İlahi sistem, tekâmülü gerçekleştirmeye kapılar açan, fırsatlar sunan bir sistemdir. İş ki ilham dolu bu kapılardan geçmeye karar vermiş olun.

Yaşam yolculuğu içinde ilahi sistemde çınlayacak en acıklı söz “keşke”dir.

“Keşke” diyenin tekâmülünün gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu yüzden süreç içinde her zaman bilinçli, güven dolu, şuurlu ve iradeli ilerlemek çok değerli.

“Keşke içimdeki vesveseden kurtulsaymışım, meğer hepsi boşmuş.”

“Keşke yardım ettiğimi zannedip insanların gelişimine engel olmasaymışım.”

“Keşke insanları yargılamasaydım, olaylara takılı kalmasaydım, meğer hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş.”

“Keşke üretmenin güzelliğini daha önce bilseymişim, meğer ömrüm koca bir vakit kaybıymış.”

“Keşke bugünün işini yarına bırakmasaymışım.”

“Keşke affetmenin gücünü, öfkenin yıkımını bilseymişim.”

Ne yazık ki bütün bu pişmanlıkların temelinde “ertelemek” güdüsü yatıyor. Sevmeyi, anlamayı, büyümeyi, gelişmeyi, hayalleri ve tekâmülü ertelemek.

“Ertelemek” bir hiledir.

Dışarıdaki kaosun hileyle sizi tekâmül yolunuzdan alıkoymasına izin vermeyin.

Bülent Gardiyanoğlu’nun bu kitabı erteleme hilesine nasıl çelme takabileceğiniz yolunda eşsiz bilgilerle ve önerilerle dolu...

Yarın keşke dememek için:

Son nefesinde, gözünün önünden nasıl bir ömrün videosunun geçmesini isterdin?

Kendini ertelemekten vazgeç!

11. Şeker Portakalı - Jose Mauro De Vasconcelos

itabın başkahramanı Zeze, yaramazlıklarıyla meşhur bir afacan. Mahallelinin “şeytan” olarak andığı bu çocuğu, öğretmeni ise bir “melek” olarak görüyor. Günün birinde Zeze ve ailesi, maddi imkansızlıklar nedeniyle oturdukları evden taşınmak zorunda kalıyor. Zeze, önceleri taşınmalarına çok üzülse de bu durumu yeni taşındıkları evin bahçesindeki şeker portakalı fidanıyla telafi ediyor. Fidan, çok geçmeden Zeze’nin en iyi arkadaşı oluveriyor. 

Zeze bir gün, en büyük hayalini, daha doğrusu yapmayı en çok istediği yaramazlıklardan birini gerçekleştiriyor. Bu yaptığının bedelini ise mahallede Portekizli adıyla bilinen bir adamdan fena halde dayak yiyerek ödüyor. 

Küçük kahramanımız, başta bu adamdan nefret etse de sonradan onu çok seviyor. Hatta Portekizliyi o kadar çok seviyor ki bu sayede haylazlığı da bırakıyor. Zamanla ikilinin arasında, baba-oğul ilişkisi gibi bir bağ kuruluyor. Ancak hikayenin sonunda bu bağlılık, Zeze’yi iyileştirdiği kadar onun ömür boyu unutamayacağı bir acıyı da beraberinde getirecek.

12. Son Cüret - Yılmaz Özdil

Şişli’deki üç katlı pembe binanın perdeleri sıkı sıkıya kapalıydı.

Gaz lambasının cılız ışığı, odayı hayal meyal aydınlatıyordu.

Altı kişiydiler.

Üzerine harita yayılmış masanın etrafında, ayaktaydılar.

Talihsiz bir kuşağın çocuklarıydılar.

Hayat onları hep mecbur bırakmıştı.

Bıyıkları terlediğinden beri neredeyse bir gün olsun günyüzü görmemişlerdi, Çanakkale’den Trablus’a, Yemen’den Sina’ya, Balkanlar’dan Kafkaslar’a vuruşmadıkları coğrafya kalmamıştı.

Ve neticede, işte bu daracık odaya sıkışmışlardı.

Uzuuun uzun anlattığı haritadan başını kaldırdı.

Adeta nefes bile almayan arkadaşlarına baktı.

Ulusun kader anıydı.

Söylenecek ne varsa söylenmişti.

Söz bitmişti.

O çelik mavisi gözlerinde belli belirsiz bir keder bulutu dolaştı.

“Vakit tamam” dedi...

“Umutsuz olmayacağız.

Uçurumun kenarındayız.

Bizi canlı canlı mezara atmak istiyorlar.

Son bir cüret

belki kurtarabilir.

Anadolu’ya geçiyoruz!”

13. Hayvan Çiftliği - George Orwell

Kitabın olay örgüsü, Bay Jones adlı bir adamın sahip olduğu Beylik Çiftliği’nde geçiyor. Bay Jones tarafından kötü davranılan hayvanlar, bu durumdan son derece rahatsız oluyor. Bir gün çiftliğin bilge domuzu Koca Reis, hayvanları örgütlüyor ve onlara devrim fikrini açıklıyor. Çok geçmeden Koca Reis öldürülüyor ancak sözlerini hayvanlara miras bırakıyor.

Bir gün hayvanlar, yemlerinin verilmediği gerekçesiyle kendilerinin de beklemediği bir şekilde isyan ediyor. Hayvanların bu ayaklanması üzerine Bay Jones ve diğer insanlar çiftliği terk ediyor. Böylelikle ideallerine yerleşen devrimi gerçekleştiren hayvanlar, işe ilk olarak çiftliğin adını değiştirmekle başlıyor. Adı artık Hayvan Çiftliği olan bu yerin yönetimini ise domuzlar üstleniyor.

Napolyon ve Snowball adlı iki domuzun önderliğinde idare edilen çiftlikte başta her şey yolunda ilerliyor. Hayvanlar, bu iki domuz önderliğinde yeni kanunlar oluşturup buna göre yaşamaya başlıyor. Ancak zaman geçtikçe işlerin rengi değişiyor ve iki lider arasında anlaşmazlıklar baş gösteriyor. Hayvanların eşitliği üzerine kurulan yeni yönetim biçimi, istenenden çok farklı bir boyut kazanıyor.

14. Simyacı - Paulo Coelho

Gezgin olma isteğiyle çobanlık yapmaya başlayan Santiago, uzun bir müddet yalnızca koyunlarının onu götürdüğü yöne gidiyor. Böylelikle farklı yerler keşfeden Santiago, bir gün koyunlarıyla birlikte sığındığı eski bir kilisenin bahçesinde uyurken rüya görüyor. Mısır’a gittiğini ve orada bir hazine bulduğunu gördüğü bu rüyaya başta aldırış etmese de sonrasında yaşadığı ilginç olaylar, Santiago’yu bu gizemli yolculuğa ikna ediyor.

Afrika’ya adım atar atmaz seyahati için biriktirdiği tüm parayı kaybeden Santiago, çalışmak durumunda kalıyor. Bir yandan para kazanmak için çabalarken diğer yandan kendisini zorlu yolculuk şartlarına hazırlayan tecrübeler ediniyor. Tekrar yola koyulan ve çölleri aşan Santiago, bu çetin seyahatte hem savaşı hem de aşkı deneyimliyor. Yolun sonuna vardığında ise aradığı hazineye beklenmedik bir şekilde ulaşıyor.

15. Serenad - Zülfü Livaneli

Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i (87) karşılamasıyla başlar.

1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.

Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.

Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli'nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.

16. Bülbülü Öldürmek - Harper Lee

İstediğin kadar saksağan vur vurabilirsen, ama uunutma, bülbülü öldürmek günahtır.”

Tüm zamanların en sevilen hikâyelerinden biri olan, kırktan fazla dile çevrilen, Oscar ödüllü bir sinema filmi için temel oluşturan ve yirminci yüzyılın en iyi romanlardan biri seçilen Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek, Amerika’nın acımasız bir önyargı ile zehirlenmiş güneyinde geçen, sürükleyici, yürek burkan ve dikkat çekici bir büyüme hikâyesi. Büyüleyici güzellikler ve vahşi eşitsizlikler dünyasında haksız yere korkunç bir suçla suçlanan bir “zenci”yi savunmak için her şeyi riske atan bir adamın hikâyesi çocuk kahramanın gözünden anlatılıyor.

Şefkat dolu, dramatik ve düşündürücü Bülbülü Öldürmek okurları insan doğasının köklerine; masumiyet ve deneyime, nezaket ve zulme, sevgi ve nefrete, mizah ve pathosa götürüyor. Harper Lee'nin her zaman basit bir aşk hikâyesi olarak gördüğü romanı bugün Amerikan edebiyatının bir şaheseri olarak kabul ediliyor.

17. Kurtlarla Koşan Kadınlar - Clarissa P. Estes

İnsanlığın uzun tarihi boyunca kadınlara yönelik yapılmış olan hangi araştırmanın doğru olduğunu düşünüyorsunuz? Hiç mi? Bu kitabın yazarı Clarissa P. Estés de aynı şeyi düşünmüş olacak ki kadınları çözümleme noktasında sunduğu farklı önermeler ile adından söz ettirmeyi başarıyor. Kadınların, içlerindeki doğal sese kulak vermelerini öğütleyen eser, kadının varoluşu ve toplumdaki yerini derin bir anlam ve üslup ile ele alıyor. Bunu yaparken de kadınları, kurtlar ile özdeşleştiriyor.

Yazar, bu noktada her iki varlığı da son derece güçlü, yavruları ve eşlerine bağımlı, değişen koşullara ayak durmak zorunda kalan ve çoğunlukla yanlış anlaşılıp, ezilen, hor görülen, aldatılan ve tacize uğrayan karakterler olarak tabir ediyor. Bu sebeple de kitaba “Kurtlarla Koşan Kadınlar” ismini veriyor. Siz de kadınları anlama noktasında bu güne değin yapılan tüm çalışmaları geride bırakıp, kalıpları yıkacak sıra dışı bir deneyime hazırsanız, bu kitap tam da bunun için biçilmiş bir kaftan!

18. İFA: İnsanın Fabrika Ayarları 3. Kitap - Sınırları Aşmak - Sinan Canan

Hepimiz “daha doğru yaşamaya” çalışıyoruz. Sürekli öğrenme peşindeyiz ama gittikçe genişleyen bilgi havuzundan çoğu zaman doğruları seçemiyoruz. Uzmanlar da sıklıkla görüş ayrılığına düşüyorlar. Konu “insan” iken, bilim de bu kadar açık ve net bir araçken bu kadar anlaşmazlık nereden geliyor?

Elinizdeki kitap, bir üçlemenin üçüncü kitabıdır. İnsanın Fabrika Ayarları serisi bir bütün olarak insanlığın gereklerini İFA edebilmek için, bilimsel gerçeklere farklı bir çerçeve öneriyor. İnsanın Fabrika Ayarları, kendinizi başka bir bakış açısından bir kez daha anlamaya davet ediyor.

İnsan neden bu kadar çıplak ve aciz?

Bedensel ihtiyaçları karşılanan insan neden mutlu olamıyor?

Yüz yıl önceki insanların bilmediği bunca yeni “ölüm nedeni” nereden çıktı?

Neden hareketsiz kalınca hastalanıyoruz?

Fazla yemek bize neden iyi gelmiyor?

Yalnız kalınca neden erken ölüyoruz?

Bedenin stres tepkileri, tüm hayvanların hayatta kalmasına yardımcı olurken, bizi neden bu kadar yoruyor hatta hasta edip öldürebiliyor?

Sınırlarını aşamayan, zihnini ve bedenini zorlamayan insanlar neden bunalıma giriyor?

Yaratılışımıza uygun bir yaşam kurmak ve bunu sürekli hale getirmek bu kadar zor mu?

Bu kitap, bu ve benzeri soruların cevaplarını vermekten ziyade kendiniz için en doğru cevapları bizzat sizin bulabilmeniz için yazıldı. Bundan sonrası ise size kalıyor.

Kendinize iyi bakın, göreceksiniz…

19. Kral Şakir 9 Muhtişim Dedektifler - Varol Yaşaroğlu

Merhaba arkadaşlar ben Şakir!

Olağanüstü olayların eksik olmadığı mahallemizde yepyeni maceralara hazır mısınız?

Babam Remzi ve Fil Necati Ağabey, Muhtişim Dedektifler olarak yine iş başındalar. Bakalım mahallemizdeki Kurt Adam’ı bulabilecekler mi?

Fil Necati Ağabey’in yanlış anlamalarına, iştahına ve sakarlıklarına rağmen üstesinden hep birlikte geldiğimiz birbirinden heyecanlı, aksiyon dolu hikâyeler sizi bekliyor.

20. Suç ve Ceza - Dostoyevski

Suç ve Ceza; Rodion Romanoviç Raskolnikov adındaki bir gencin işlediği çifte cinayet üzerine yaşadıklarını konu alıyor. Raskolnikov, bir yandan hukuk öğrenimi görürken diğer yandan yoksullukla boğuşan bir genç. Para ihtiyacını ise tefeci bir kadına eşyalarını bırakarak karşılıyor. Yoksulluğuna çare bulamadığı gibi tefeciden yakasını da kurtaramayan Raskolnikov, bu kadının toplumun iyiliği için ölmesi gerektiğini düşünmeye başlıyor.

Bir gün Raskolnikov, kendi maddi problemlerinin yanı sıra ailesinden de kötü bir haber alıyor. Kız kardeşinin kendisinden yaşça çok büyük biriyle evleneceğini duyması, ona yeni bir darbe indiriyor. Bunun üzerine Raskolnikov, tefeciyi öldürmeyi aklına koyarak kendini evden dışarı atıyor. Tefeci kadını öldürüp mücevherleri alıyor ancak işlediği cinayete kimsenin tanıklık etmemesi için onun kız kardeşini de öldürmek zorunda kalıyor.

Raskolnikov’un ruh hali, bu çifte cinayetle birlikte yerle bir oluyor. İşlediği suçu kimse görmemiş olmasına rağmen korkusu ve vicdanı onu büyük bir mahkumiyete sürüklüyor. Bir yandan mağdur, diğer yandan katil… Raskolnikov’u cinayete iten sebepler, onun alt üst olan iç dünyası ve sonrası ile siz de onun yeniden doğuşuna şahit olacaksınız. Bu kitabı okurken, kalp atışınızın arttığını duyumsayacaksınız.

21. Hayatın Hakkını Vermek - Acar Baltaş

Hangi yaşta olursak olalım, hepimiz hayatımızı ve kendimizi tamamlamaya çalışıyoruz. Çünkü anlam arayışındaki bir yaşam, her zaman yapım aşamasındadır.

Hayat akıp gidiyor.

Uzun yaşayalım ancak yaşlanmayalım istiyoruz.

Ne kadar uzun yaşarsak o kadar mutlu olacağımızı düşünüyoruz.

Hiç üzülmeyelim istiyoruz.

Hayatı keyif almak için yaşıyor ve haz alırsak mutlu olacağımızı sanıyoruz.

Hedefler belirliyor, adımlar atıyoruz.

Uzmanların görüşlerine kulak veriyor, bize söylenenleri uyguluyoruz ama kafamız karışıyor.

Yaşamaya değer bir hayat istiyor ancak nasıl olacağını tam bilemiyoruz.

Peki, yaptıklarımız uzun dönemli bilimsel araştırmaların bulgularıyla ne kadar örtüşüyor?

Bu kitap, okura eşlik ederek hayatını değerlendirme fırsatını ona vermeyi amaçlıyor. Acar Baltaş, bilimsel araştırmalardan yararlanarak genelgeçer kabulleri sorgularken uzun yaşam hakkındaki doğruları ve bireyi mutluluğa götüren ilkeleri geniş bir perspektifle ele alıyor.

22. O'nu Düşünerek O'na Ulaşamazsın - Naz Altınbaş

Bugün, zihninin doğduğu bir dünyaya ayak basıyor oluşumun bir sancısı var.

Yağmur, benim yerime sesleniyor bugün. Bugün hasretine yatak yaptığım bulutların ağlaması var. Bugün mavi umutların griye aşk çalması var. Islanan hayallerim, kırık yatağım, bağıran dilim. Eksik rengim, kaybolmuş dergâhım, gizlenen suretin var bugün sevgilim. Bugün yalnızlığım var yağan...

23. Otomatik Portakal - Anthony Burgess

“Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum…” Karabasan gibi bir gelecek atmosferi… Geceleyin sokakları terörize eden, yaşamları şiddet üzerine kurulu gençler ve bu hikâyenin anti-kahramanı Alex... Yayımlandığı günden bu yana “kült roman” özelliğini kaybetmeyen Otomatik Portakal’ın 15 yaşındaki kahramanı, “iyi ya da kötü nedir?”, “İnsan özgür iradesiyle kaderini seçebilir mi?” gibi soruların yanıtlarını kurcalarken, şiddet dolu sahnelere Beethoven’ın, Mozart’ın müziği eşlik ediyor; Alex ve “çete kardeşleri” Pete, Georgie ve Aptalof, yarattıkları yepyeni dilin kelimelerini okurun zihnine kazıyorlar. Ünlü yönetmen Stanley Kubrick tarafından 1971’de filme de çekilen Otomatik Portakal tüm zamanların en sarsıcı romanlarından. “Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. ‘Uqueer as as clockwork orange’. Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya’da ‘canlı’ anlamına gelen ‘orang’ sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve kokusu hoş bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm.”

24. Karantina - Beşinci Perde - Mahşerin Dört Atlısının Hikayesi - Beyza Alkoç

uvarların yükü hâlâ üzerimizde ve Karantina hâlâ bir adım arkamızda...

Belki de kabullenmemiz gereken bir şey vardı bu hayatta. 

Karantina hayatın ta kendisiymiş; içinden çıkmak değil, içinde yaşamayı öğrenmek gerekirmiş. 

Öyleyse soruyorum sana: Hazır mısın? Sana bu zamana kadar hep

o karantinadan nasıl kurtulduğumuzu anlattım, artık o karantinaya nasıl döndüğümüzü anlatmanın vakti geldi. 

Hazırsan başlayalım. Ben Zeynep. Zeynep Akay. 

Mahşerin Üç Atlısına dördüncü olmaya geldim…

Ve oldum.

Mahşerin Dört Atlısı hep yaşayacak ve Karantina ruhu asla bitmeyecek. 

Bu bir son değil; hepimiz için bir başlangıç. 

Unutma, biz her zaman seninleyiz. Gözlerini kapattığın her an bizi görebilirsin. 

Peki, hâlâ bizimle misin?

Karantina Beşinci Perde’de Zeynep, Onur, Burak ve Mert’le yan yana, son bir defa daha savaşmaya hazır mısınız? Öyleyse başlayalım.

Kendi karantinanızı bulmanız, onu kabullenip sevmeniz dileğiyle…

25. Fahrenheit 451 - Ray Bradbury

omanın baş kahramanı Guy Montag, geçimini itfaiyecilikle sağlıyor. Daha öncesinde yalnızca ona verilen işleri yapan Montag, bir gün dehşet verici bir olaya tanık oluyor. Kitaplarıyla birlikte bir adamın diri diri yakıldığını gören Montag, bu olay sonrasında artık eskisi gibi olamıyor. 

Adamın yakılması üzerine kitaplara karşı ilgi duymaya başlayan Montag’in bu aydınlanma sürecinde, komşusu Clarisse’in de etkisi oluyor. Genç bir kız olan Clarisse, başta herkese olduğu gibi Montag’e de garip görünüyor. Okuyan ve sorgulayan genç kız, Montag’in aklında yeni ufuklar açıyor. Ancak Montag bir gün onun da öldüğünü öğreniyor ve bu son olay, onu okumaya daha çok sevk ediyor. 

Montag, iş yerindeki ortamından ve yakın çevresinden kitaplarını saklamak durumunda kalıyor. Ancak onu ele veren, herkesten önce karısı Mildred oluyor. Bundan sonrasında ise Montag, yoluna daha önceki hayatından çok farklı şekilde devam ediyor.

26. Tutunamayanlar - Oğuz Atay

Ülkemizin en değerli yazarlarından biri olan Oğuz Atay’ın yazıldığı dönemde büyük tartışma konusu olmuş eseri Tutunamayanlar, 1972 yılında yayımlanmıştır. Eser, bilinç-akışı tekniğiyle döneme damgasını vurarak Türk Edebiyatı’nda yeni bir çağı başlatmıştır. Pek çok eleştirmen, Tutunamayanlar’ı Türk Dili’nde yazılmış en iyi eser olarak değerlendirmektedir.

Tutunamayanlar Oğuz Atay ismiyle özdeşleşmiş bir roman olarak, büyük yazarımızın hayatından izler taşımasıyla da kısmen otobiyografik bir eser olarak da değerlendirilebilir. Roman, son derece üst düzey diliyle çevirisi en zor romanlar arasında yer alır. Tutunamayanlar, sadece birkaç dile çevrilebilmiştir. “Het leven in stukken” adı altında Flemenkçeye (Hollanda Dili) çevrilen eser, eserin Hollandalı çevirmenine ödül kazandırmıştır.

Tutunamayanlar konusu itibariyle intihar eden arkadaşının geçmişini araştıran Turgut Özben’in, söz konusu arkadaşı Selim Işık’ın modern hayata neden “Tutunamadığı”nı öğrenme çabasını anlatmaktadır. Romanda Turgut’un karşılaştığı her kişi Selim Işık’ı tanıyan kişilerdir ve her biri Turgut’a Selim’in farklı yönlerini aktarmaktadır.

İletişim Yayınları’nın en prestijli kitaplarından biri olan Tutunamayanlar, ülkemizde olduğu kadar Dünya çapında da merak konusu olan eserlerden biridir.

27. Bir İdam Mahkumunun Son Günü - Victor Hugo

ir İdam Mahkumunun Son Günü, idamı bekleyen bir adamın dilinden yazılmış olmasıyla etkileyici bir anlatıma sahip. Romantizm akımının en güçlü temsilcisi olan Hugo, ölüm korkusu ve merhamet duygularını okuruna sarsıcı bir empati ile hissettiriyor. Eser, ölüme yaklaşan bir insanın ruh halindeki değişimleri başarılı bir şekilde ortaya koyması sayesinde aynı zamanda psikolojik bir roman olma özelliği de taşıyor.

İdamı “devrimlerin yok edemediği kaide” olarak nitelendiren Hugo, kitabının ön sözünde bu infaz yöntemi hakkındaki görüşlerini okuruna bir manifesto havasında sunuyor. Sonrasında ise romanının ön hazırlığını, kitabın konusuna dair konuşmaların yer aldığı bir tiyatro piyesiyle yapıyor. Yazar, bu kısımda topluma ve kitabına karşı eleştirilerini doğrudan halktan kişiler aracılığıyla yaparak farklı bir çalışma ortaya koyuyor.

Romanın son kısmında yazar, okurunu cinayet suçu ile tutuklanan ve mahkemede beş hafta sonra idam edileceğini öğrenen bir adamın satırlarıyla baş başa bırakıyor. Mahkum edilmeden önceki yaşamına oldukça yabancılaşan anlatıcı, okura daha çok içe dönük bir durum hikayesi anlatıyor. Romanda bu nedenle birbirinin yerini alan iki duygu ağır basıyor: Umut ve korku. Eserin ana fikrini besleyen bir diğer çarpıcı yönünü ise mahkumun son anda insanlar hakkındaki düşünceleri oluşturuyor.

28. İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali

'İsteyip istemedeğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticede aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması..'

Bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın 'kapana kısılmışlığını' gösteriyor Sabahattin Ali. Aydın geçinenlerin karanlığına, 'insanın içindeki şeytan'a keskin bir bakış.

29. Kitapları Kurtaran Kedi - Sosuke Natsukawa

“Kitapların yüreği vardır,” dedi kedi birden.

“Kitaplar oldukları yerde kaldığı sürece, yalnızca kâğıt tomarından öteye geçmez. Muazzam güç harcanan şaheserler bile, muhteşem öykülerin anlatıldığı büyük eserler bile, kapakları açılmadığı sürece kâğıt parçalarından ibarettir. Fakat insanların duygularını döktükleri, değer verdikleri kitaplar, yürek barındırır.”

Sıradan bir lise öğrencisi olan Rintaro Natsuki, birlikte yaşadığı ve şehrin kıyısında küçük bir kitabevinin sahibi olan dedesinin ölümünden sonra bir başına kalır. Natsuki Kitabevi’nin tavana kadar tıka basa kitap dolu raflarının arasında mutsuz ve umutsuz geçirirken günlerini, nereden geldiği bilinmeyen konuşan bir kedi çıkar ortaya ve her şey birdenbire değişmeye başlar...Kitabevinin koridorları arasında ortaya çıkan gerçeküstü labirentlere girerek, birbirinden fantastik maceralar yaşarlar. Tutsak kitapların kaderi, Rintaro ve bu acayip kedinin elindedir artık...

Kitapları Kurtaran Kedi Japonya’nın çok satan yazarlarından Sosuke Natsukawa’nın kaleminden, kitapların da bir yüreği olduğunu ve başkalarını düşünen bir yüreğin gücüyle insanların mutlu bir hayata gülümseyebileceklerini bizlere hatırlatan bir roman.

30. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig

Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920'li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun 'gönderen'inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: 'Sana, beni asla tanımamış olan sana'. Kadın büyük tutkusunu hep bir 'bilinmeyen' olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde 'taraflar' değil, sadece tek bir 'taraf' vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda 'mutlak aşk' kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!

Bu içerikler de ilginizi çekebilir 👇

Ezhel Yine Zirvede! Kendimizi Müziğe Verdiğimiz 2020 Yılında Spotify'da En Çok Dinlenen Şarkılar ve Sanatçılar
2020 Yılında Drone İle Çekilmiş Birbirinden Etkileyici 30 Fotoğraf
Bu Sene de Güzel Korktuk! 2020 Yılının Tir Tir Titreten En İyi 30 Korku ve Gerilim Filmi

Popüler İçerikler

Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı