18. Yüzyılda Osmanlı'ya Matbaayı, Teleskobu Öğreten Büyükelçi: Yirmisekiz Mehmed Çelebi

Sayın Sefir'imizin doğum tarihini tam olarak bilemesek de Paris'e elçi olarak gönderildiğinde 50 yaşlarında imiş, o halde 1670'de doğmuş olmalı.

Babası 'av köpeği yetiştiricisi' anlamına gelen Saksoncubaşı Süleyman Ağa. Kendisi de Yeniçeri Ocağı'nın 28. ortasına mensup olduğu için hayatı boyunca bu 'sayı' ile anılır. 1717'de darphane bakanı iken Pasarofça görüşmelerine katılır.

Ve bu görüşmelerden sonra oluşan siyasi atmosfer gereğince Paris'e elçi göndermek lazım gelir. Böylece vezir tarafından "Paris Sefiri" olarak atanan Çelebi Mehmed, oğlu Mehmed Said ile 7 Ekim 1720'de kalabalık bir maiyetle İstanbul'dan ayrılır.

O sıralar Marsilya'daki kolera salgını nedeniyle bir süre karantinaya alınan elçilik ekibinin Paris'te karşılanışı oldukça görkemli olur. Hatta daha önceleri Paris'e gönderilen ve protokol sırasında türlü aksaklıklar yaşayan Müteferrika Süleyman Ağa'nın yaratmış olduğu olumsuz imgeler Çelebi'nin bu karşılanışı ile silinir.

21 Mart 1721'de ise 12 yaşındaki Kral XV. Louis tarafından Tuileries Sarayı'nda kabul edilir Çelebi Mehmed. Bu ilk görüşme tam anlamıyla Paris'te olay olur.

Sefirimiz için düzenlenen tören Le Nouveau Mercure gazetesinde ayrıntılı şekilde yayımlanır. Ressam Charles Parrocel bu görüşmenin tablolarını çizer. Ayrıca bu ilk görüşmeyi tasvir eden bir de madalyon hazırlanır. Çelebi Mehmed ise hediyeler ile birlikte 3. Ahmed ve İbrahim Paşa'nın mektuplarını Kral'a sunar

Paris'te kaldığı 11 ay boyunca kendisine olağanüstü saygı gösterilen Çelebi Mehmed, kralla ava çıkıyor operaya gidiyordu.

İlk kez izlediği Thésée Operası karşısında hayretini gizlemeyen Çelebi, operayı sevmiş olacak ki La Tragédie d’Omphale adlı operaya da gider. Ayrıca oğlu Said Efendi ise Les Fêtes Venitiennes Balesi'ni izler.

Said Efendi demişken... Sonraları III. Osman'a sadrazamlık yapacak olan Said Efendi'nin bu gezide babasından çok ayrı hareket ettiği söylenir.

Hatta birkaç kadınla Versailles dehlizlerinde kaybolur ve tam 3 gün sonra ortaya çıkar. Bunun yanında Said Efendi'nin maddi kültürümüze en büyük katkısı Fransa dönüşünde İbrahim Müteferrika ile birlikte matbaayı kurması olur.

Bu arada Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Versailles Sarayı'nı ziyaret eder. Ve buraya hayranlık duyarak ağzından şu sözler dökülür: "Dünya müminlerin hapishanesi, kâfirlerin cennetidir."

Mehmed Efendi, Paris'te muayenehane, eczane, gözlemevi, halı ve ayna fabrikalarını gezer. Ayrıca sefaretnamesinde özellikle Paris'i geniş şekilde anlatması burayı ayrıntılı şekilde gezdiğini gösterir. Şehirdeki birçok yapının; sarayların, bahçelerin, havuzların planlarını da İstanbul'a getiren Çelebi, Lale Devri yapılarındaki Fransız esintilerinin kaynağı olur.

Şöyle bahseder Paris'ten Çelebi: Burada acayip ve garip binalar, saraylar bahçeler var. Binalar üçer, dörder kat yapılmış ve yedi kat yapılmış haneler de pek çok.

Şehir ve sokaklar kalabalık. Bu kalabalığın kaynağı erkek ve kadınların sokakta bir arada olmalarından kaynaklanıyor. Sokaklar geniş ve kaldırım taşıyla döşenmiş. Şehrin ortasından Seine Nehri geçiyor ve bu nehir sayesinde 3 ada ortaya çıkmış.

Elçilik görevini tamamlayan Çelebi Mehmed 8 Ekim 1721'de İstanbul'a döner. 1724'te başmuhasebeci olur; ancak Patrona Halil Ayaklanması sonucu Lefkoşa'ya sürülür ve 1731'de orada ölür.

Geriye ise Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Hiçbir kitap garplaşma tarihimizde bu küçük sefaretname kadar mühim yer tutmaz.' diye bahsettiği sefaretnamesi kalır. İsterseniz oradan iki alıntıyla hem içeriğimizi bitirelim hem de şöyle bir düşünelim: Biz neden geri kaldık?

Çelebi, Fransa'dayken Ramazan ayı gelir çatar. Meraklı Fransızlar bir Müslüman'ın iftar açmasını ve namaz kılmasını izlemek için Çelebi'den izin isterler. Çelebi şaşırır ancak kabul eder ve bu durumu Sefaretname'de şöyle anlatır:

'(...)Bunlar, teravih kıldığımızı ertesi günü haber almışlar. Yine iftara yarım saat kalınca bir iki bin avret kızlar çıkageldiler. Her biri şekerleme ve çörekler getirdiler. İftar ve taam eyledik. Bunlar gitmezler, saat üçe varınca otururlar. Meğer bunlar namazı beklerler imiş. Çare yok, abdest alup namazı kıldık. Tekrar izin istediler. Her gece gelüp iftar ve taam ile namazımızı temaşa etmek için yalvarır oldular, izin verdük. Cemaatle oturup gece Teravihi tamam eda idüp ilahiler ve tesbihlerle bütün kadınlar bizi seyretti ve hayran oldular.'

Bir diğer "garip ve üzücü" durum ise 17. yüzyılın başında icat edilen ve Bilimsel Devrim'in temel araçlarından biri olan teleskobun 18. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı tarafından bilinmemesidir. Çelebi, Rasathane'yi ziyaretini şöyle anlatır:

'Burada o güne kadar görmediğimiz o kadar çok ilginç eşya ve alet gördük ki; bunların tamamını büyük bir hazineyle toplayabilmeye imkân yoktur. Gezegenleri seyretmek için de şöyle bir dürbün koymuşlardı: Aynası berber aynası kadar büyük, tenekeyi kuyu tulumbası gibi kıvırmışlar. Uzunluğu elli metreden daha fazlaydı. Sanki bir gemi serenini dikine oturtup, başına makara şeklinde bir teneke koymuşlar ve bir âlet asmışlar. O âletin ucuna dürbünle sağlamca bağlayıp, diğer ucuna da kurşunlar ve demirler asmışlar. Mekanik ilmine göre, bir adam o dürbünün ucunu alçağa, yükseğe, öne, arkaya, sağa ve sola rahatça çevirebilir.'

Bu içerikler de ilginizi çekebilir:

Bilimde Çığır Açmasına Rağmen İnsanlar Tarafından Oldukça Az Bilinen İslam Bilim İnsanları
Genellikle Uykusunu Alamayan Kişilerin Söylediği 'Afyonum Patlamadı' Sözünün Nereden Geldiğini Biliyor musunuz?
Şair, Padişah Demeden Öldüren Osmanlı'nın En Acımasız Celladı: Kara Ali

Popüler İçerikler

151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
YORUMLAR
13.04.2021

Sonra da Takiyuddin'in rasathanesini "meleklerin bacaklarını izliyorlar" diye yıkmaları...

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ