1789-1807 yılları arasında Osmanlı tahtında bulunan III. Selim'in, o zamanki duygu ve düşüncelerini en iyi şekilde kendi yazdığı emirlerin yansıtabileceğini düşündük ve bunları düzenleyerek paylaşmayı uygun gördük.
1789-1807 yılları arasında Osmanlı tahtında bulunan III. Selim'in, o zamanki duygu ve düşüncelerini en iyi şekilde kendi yazdığı emirlerin yansıtabileceğini düşündük ve bunları düzenleyerek paylaşmayı uygun gördük.
Benim vezirim, bu makule (tür) hınzırları sindirmeyüb (korkutmayıp) hemen gebertmelidir. Af olunsa dimek ne dimektir? Bunları ve emsalini ele geçirip aman virmeyesin.
Her gün gittikçe derinleşen krizleri doğru yönetmek zorunda olan III. Selim, bu büyük sorumluluğun vermiş olduğu yükün bilincindeydi. Padişahın olaylara karşı verdiği tepkiler, onun gayet açık sözlü ve hiçbir şekilde lafını sakınmaz bir karakteri olduğunu gösteriyor.
Fakat ortada bazı pürüzler vardı. Osmanlı modernleşen dünyadaki kurnaz dış politika hamlelerini, hileleri, üstü kapalı ve oyalayıcı söylemleri bilmiyordu. Bu lige yeni giren Osmanlı ilk zamanlarda çok zorlandı. Üstelik elçi Seyid Ali Efendi Fransızca da bilmiyordu. Yanındaki tercümanlarla gazetelerdeki haberleri okuyarak veya diğer elçilerle konuşarak istihbarat toplamaya çalışıyordu.
Seyid Ali Efendi'nin yine böyle uzun bir mektubu, Napolyon'un Mısır'a saldırdığı haberinin hemen ardından geldi. Bu mektubun üzerine sadrazam özet olarak mealen şunları yazıp belgeyi padişaha gönderir: ''Seyid Ali Efendi'nin Mısır meselesinden haberdar olmadığı için, burada yazdıklarından da görüldüğü gibi, Fransa'da hala türlü hilelerle kandırıldığı anlaşılmaktadır.''
III. Selim'in bu konuya verdiği ve bu fotoğrafta görülen tek cümlelik yanıtı şudur: ''Ne eşşek herif imiş!''
Elçiyle birlikte gönderilecek kıymetli atların masrafı 3 bin kuruştur. Bunun Darphane'den tahsil edilmesi öngörülmüştür ve padişahtan izin istenmektedir. Bu durumun anlatıldığı belgeye III. Selim şu kısa fakat düşündürücü cümleyi yazmıştır: ''Akçe var ise virilsün.''
19. asra kadar yabancı elçilerin çok rahat hareket edemedikleri ve tabiri caizse Osmanlı'ya karşı ''rest çekemedikleri'' görülür. Bu tarihten itibaren özellikle ekonomik gerileme ve buna bağlı siyasi buhranlar elçilerin de kendilerine güvenlerini arttıracaktır. Oysa bir zamanlar elçiler bir şişe içki alabilmek için bile Osmanlı'dan ruhsat almak zorundaydılar. Aşağıda görülen belge bu örneklerden birisidir.
Elçiler kendülerine kifayet miktarı (yetecek kadar) tedarik etsünler. Şimdi getürüb hıfz eylesünler (saklasınlar). Sonra bir dahi alınmasun ve satılmasun. Bir kimsede duyarsanız hakkından gelesiniz. İslambol'a ve sair mahallere hamr (İstanbul ve diğer bölgelere şarap) gelmesün. Ve elçilere dahi kimseye vermesün.
Bostancıbaşı'ya ve Sekbanbaşı'ya tenbih idesiz. Tutulan fahişeler ve hilafı şer'ile tutulan ve serhoş olanları ahkâm-ı şer'iyeyi icra ve tedib eylesinler (şeriata aykırı hareket edip fuhuş yapan ve sarhoş olanları şeriata göre yola getirsinler). Bir dahi edemeyecek veçhi üzere tedib eylesünler (bir daha yapamayacak şekilde yola getirsinler). Tırhala Şeyhi'nin vakası sahihdir (doğrudur). Bunların men'ini ben size tenbih eyledim. Huzur-ı rabbü'l-aleminde sizden sual olunur (Allah'ın huzurunda sizden hesap sorulur).
III. Selim'in bu konu hakkındaki cevabı şudur:
''Benim Vezirim, cüzzi ve külli kaffe-i hususta rica ve şefaatin nezd-i hümayunumda makbuldür (Küçük-büyük her meseledeki isteğini kabul ederim). Lakin bu adamın hal ü şanını ve Devlet-i Aliyye'm ve bahusus maslahatlarımıza mazarratlarını (işlerimize zararlarını) bilsen, kal ü kaleme almaz idin. Bunun af ve ıtlakı (salınması) bir veçhile (bir şekilde) elverir şey değildir. Sakın bir daha lisana alma!''
Oysa dönemin kaynaklarına ve arşiv belgelerine derinlemesine inildiğinde, çoğu padişahın insani duyguları, kaygıları, üzüntüleri, istekleri ve mutlulukları kolaylıkla görülmektedir. Aşağıya koyduğumuz son belge de bu tarz iç dünyanın bir yansımasıdır ve ailevi bir konudan bahsetmektedir.
Ağa
Fe-lillâhi'l-hamd (Allah'a şükür) buraya geleli valideme nöbet gelmeyor. Lakin merakdan bazı kere ah of edeyor. Lakin inşallah böyle kalur ise külliyen sıhhati dahi Hüdâ'dan me’mûlümdür (tamamen sağlığa kavuşması Allah'tan dileğimdir). Bizim camie karşu olmağla ahşam bana dedi ki: ''Senin camiine gıpta idem vesair valideler dahi iki minarelidir. Benim Hasköy'deki camiime ah bir minare dahi yapılsa'' dedi. Ben de kethüdanıza yazın da yapdırur dedim. ''Yok ben hicab ederim (çekinirim) sen yaz yapdırsun. Yapdırur ise pek haz ederim'' deyü söyledi. Ben de olsun sabah yazayım yapdırsun dedim. Hasılı (özetle) Humbarahane Camiine bir minare dahi yapılmak arzu edeyor. Sen valideme yazasın ki: ''Şevketlü Efendimiz tenbih eyledi sizin Humbarahane'deki camie bir minare dahi ısmarladım'' deyü yazasın haz eder.