Türkler hepinizin bildiği gibi 12 hayvanlı takvimi kullandılar. Hayvanların bir kısmının ehlileşmesini sağladılar. Özellikle at Türkler'de özel bir yer işgal etmiştir. Kaşkarlı Mahmut 'At Türk'ün kanadıdır' demiştir.
Ayrıca atlar öldüğünde genellikle mezarlara gömmüşlerdir. Ciddi sayıda at mezarları ve mezar başlıkları Orta Asya'da bulunuyor.
Osmanlıda hepimizin bildiği gibi hayvanlarla olan irtibat ve anlayış daha kurumsallaşmıştır. Kedi hastanesinden, Leyleklerin kırılan ayaklarının tedavisinin yapıldığı kliniklere, kuşlarla ilgili yapılanlar ve diğer hayvanlara olan yaklaşımlara bakıldığında; yüksek bir medeniyetten ve anlayıştan bahsedebiliriz.
onların bakımları için kurdukları vakıf ve tedavi merkezleri, hayvanları korumaya yönelik çıkarttıkları kanunlar sıklıkla yer almaktadır. Aynı dönemde Avrupa ülkelerinde hiçbir hayvan hakları kanunu olmadığını, hatta 16. yy’da Paris’te her yıl yaz ayının belli bir gününde tüm sokak kedilerinin çuvallara doldurulup yakıldığını ve halkın bugünü eğlencelerle bir festival havasında kutladığı biliniyor.
Daha sonraki yıllarda bu hayvanların Cuma günleri çalıştırılmayıp dinlendirilmesi, hatta sahiplerinin dahi binememesi için semerlerine çivi mıhlanması da karara bağlanmıştır (1856). Bu kararlara uymayanlar dönemin zabıtaları tarafından yakalanıp cezalandırılıyorlardı.
Osmanlı'da top çeken büyükbaş hayvanlar yaşlanınca kasaplara satılmaz; bilakis ölene kadar iyi bakılmaları için maaşa bağlanırlardı. Zabıtalar şehirde gezer, sahipli hayvanların karınlarını yoklayıp, sahiplerinin onları iyi besleyip beslemediklerini kontrol ederlerdi.
Süslü büyük binalarda zarif kuş yuvaları yapılmıştır. İlk kuş evleri Sivas’taki İzzettin Keykavus Şifahanesi'ndedir (13. yy). 15. Yüzyılda Osmanlı mimarisinin etkisiyle yaygınlaşmış, 19. yy'la kadar bir çok yapıda kullanılmışlardır.
Castellan 1811’de kaleme aldığı gözlemlerinde 'Bir Türk meskeni inşaa edilirken, güvercinleri ve diğer kuşların susuz kalmamaları için münasip yerlere yalaklar yapmak Türk sivil mimarisinin vazgeçilmez özelliklerindendir' diye yazmıştır.
Göç esnasında hastalanıp, yaralanıp düşen kuşların tedavi edilmeleri için kurulan Göçmen Kuşlar Vakfı; kış aylarında sokaklarda yem bulamayan kuşları beslemek için kurulan Darı Vakfı Osmanlının kuş sevgisinin birer görtergesidir.
Özellikle köpeklere karşı çok müşfiktirler. Türklerde kedi-köpek, at gibi eti için beslenmeyen hayvanları öldürmek suçtur' diye yazmıştır.
1655’de 9 ay yurdumuzda yaşayan Jean Thevenot anılarında 'ölen bazı kişiler mallarını haftada birkaç defa köpek ve kedileri beslemek üzere bırakırlar; bu vasiyetlerini yerine getirmek için sadakatli ve dindar bir şekilde bunu yapan fırıncı veya kasaplara paralarını bırakırlar' diye yazmıştır.
dileyen, mancacıdan aldığı yiyecekleri hayvanlara verir, dileyen parasını verir mancacı onların yerine sokak hayvanlarını düzenli olarak beslerdi.
Ve Türkler'de bu sevgi Orta Asya bozkırlarından günümüze kadar gelen insanla hayvanın birlikte yaşamasından kaynaklanmaktadır. Yani, İslâmiyet öncesinden beri hayvan sevgisi Türkler'de vardır.
Osmanlı toplumunda yaşayan insanlar yakın zamana kadar insan-hayvan arasındaki dostane ilişkiyi en güzel bir biçimde sürdüregelmiştir. Yazılı ve yazısız bir sürü hayvan hakları yürürlükte kalmıştır. Hayvanın da bir can taşıdığı ve onların da canlarının kutsal olduğu henüz İslâmiyet kabul edilmeden önceki dönemlerde de kabul edilmiştir.
19. yy’da batılılaşmanın bir sonucu olarak sokakların başıboş hayvanlardan temizlenmesi görüşü (özellikle dönemin aydınları arasında) ağırlık kazandı.
Galata’da gezerken köpek saldırısına uğrayan İngiliz turistin, köpekten kaçarken yüksek bir yerden düşüp ölmesi üzerine, Sultan II. Mahmut, sokak köpeklerinin toplanıp şehir dışına bırakılmasına karar verdi. Sultan Abdülaziz dönemlerinde ise köpekler toplatılıp Hayırsız Ada'ya götürüldüler. Halk köpeklerin bu canice itlaf edilmesi girişimine isyan etti. Birkaç gün sonra köpekler geri getirildi.
Kuduzu engellemek için dünyanın üçüncü kuduz enstitüsünü, İstanbul’da açtırdı. 1908'de Abdülhamit'in devrilmesiyle onun bütün değerleriyle birlikte sokak köpekleri de yeni rejimin hışmına uğradı.
Talat Paşa'nın Dahiliye Nazırı olarak görev yaptığı 1910'da İstanbul'un tarihindeki en büyük köpek itlaf kampanyası başlatıldı. Köpek toplama ekipleri hayvanları yakaladılar ve bir daha dönmemeleri üzere Hayırsız Ada'ya sürgün ettiler.
Ama binlerce köpeği doyurmak ne mümkün. Aç ve susuz kalan hayvanların çaresiz havlamaları günlerce İstanbul sahillerinden duyulmuştu.
Başta Türk halkı olmak üzere, Petersburg ve Zürih’de bulunan dernekler gibi dönemin hayvanları koruma derneklerinden gelen şiddetli tepkiler, Osmanlı Devletinde hayvanları korumaya yönelik uygulamaları gündeme getirirken, “İstanbul Himaye-i Hayvanat Cemiyeti”nin temellerinin atılmasını sağlamıştır.
Osmanlı'nın hayvanlara gösterdiği insanlık dersi günümüzde çağdaş Batı dünyasında 'Hayvan Hakları' adı altında yasalaştırması ve AB sürecinde bu yasaların TBMM'de de kabul edilmesi için uyarılarda bulunması size de çok ironik gelmiyor mu?
Sonuç itibariyle, sokak hayvanları konusunda büyük sorunlar yaşamaya devam eden AB ülkelerinin koyduğu yasaları örnekler alma yerine bu konuda epey icraatları olan ecdadımızı örnek almak daha mantıklı geliyor.