19'uncu yüzyılın ortalarına doğru kahvenin başına büyük bir bela geldi. Hemilia vastatrix denilen mantar kahve plantasyonlarına haçlı ordusu gibi saldırıyor, kahve yetiştiricileri ağlıyor, gözyaşları içerisinde kalıyor, plantasyonlarda çalışan işçiler ellerini göğe açıp dualar ediyor, 'Allah'ım bizim canımızı al bu nadide, bu benzersiz kahveleri yok etme yarabbim' diye gözyaşları döküyor, dünya inim inim inliyor, Nihat Hatipoğlu'na en az 15 bölüm yetecek kadar büyük dram her gün yaşanıyordu. Arabica türü kahveler yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Saylon'da kahve kalmadığı için bütün millet çaya dönüş yapıyor, az daha dünya kahvesiz kalıyordu. İşte böyle bir ortamda Belçikalılar Kongo'da bir kahve türü keşfettiler. Arabica'dan daha hızlı yetişiyordu. Mantar buna el süremiyordu. Adeta Mohaç meydan savaşındaki Osmanlı ordusu gibi, bu kahve türü her alanı hakimiyeti altına alıyor, direniş gösteren mantarlara aldırmaksızın gelip baş köşeye oturuyor, türlü mücadelelerle yetişmeye ve büyümeye devam ediyordu. Robusta adını verdiler. Çok daha ucuza ve kolay üretildiği için her tarafa yayıldı. Hem kahvenin hakimiyetini tekrar sağladı hem de arabica türünü kurtardı. Bugün kahve bu kadar ucuzsa bunu da robustaya borçluyuz.